21 Aralık 2010 Salı


ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEĞİ-4

            A- “Sabır Bozgunu” Adlı Kitabımızdan Alıntıya Devam:

İmam-ı Âzam’dan Alıntı:
  Ta gençlik yıllarımdı; İmam-ı Âzam’a atfedilen bir hikâye duymuş ya da okumuştum. Hikâye şöyleydi: Kendisi ilimle uğraşmanın yanında, geçimini temin maksadıyla ticaretle de uğraşırmış…
  (“Güya karşı olduğun halde, hikâye ve rivayetçiliğe sen de başladın.” demeyin bana! Çünkü maksadımız rivayetçilik değildir.
  Biz bir örnek ediniyoruz kendimize sadece. Üstelik de bir teneffüs ve dinlenme…
  Ayrıca “Temsilde hata olmaz!” derler hani?
  Hem biz de bu toplum içinde yaşıyoruz evvel Allah.
  Durum böyle olunca elbet; “Böyle kuşun böyle kanadı olur.” diyoruz.
  Ve bu toplum içinde yaşıyor olmaktan da ayrıca onur duyuyoruz.)
 Derken, Büyük İmam’a bir haber getirirler:
 “O’nun ticaret mallarını getiren gemi, gelirken fırtınaya yakalanıp, batası imiş…”
 İmam-ı Azam bu haberi duyunca, durup şöyle bir düşünür.
 Ve; “Elhamdülillah!” der.
 Ertesi gün kendisine aynı konuda farklı bir haber iletirler. Bu habere göre:
 “Batan gemi, kendi malını da getiren gemi değil; kendi malları salimen yolda gelmekte...”
 Durumu öğrenen İmamı azam, yine aynı şekilde şöyle bir durur, düşünür? 
 Yine “Elhamdülillah!” der.
 Çevredekiler bu davranış tarzındaki çelişkiyi sorarlar. İmam-ı Azam açıklar.
 ““Mallarımın battığını…” söylediğiniz zaman durup bir kendimi yokladım!? İçimde herhangi bir üzüntü duymadım. Memnuniyetimin ifadesi olarak da “Elhamdülillah!” dedim.”
 “Mallarımın salimen geldiğini…” söylediğinizde de aynı şekilde durup kendimi yokladım? İçimde herhangi bir sevinç hissetmedim. Yine memnuniyetimin ifadesi olarak; “Elhamdülillah!” dedim.” der.
Bu hikâye eğridir ya da doğrudur.!? Bence bu hiç önemli değildir.
Hikâye edilen tavır çok önemlidir. Doğrusu hoşuma gitmişti ta o zaman. İşte o gün bu gündür, aynı tavrı hayatıma uygulamaya, kendimi bu yönde eğitmeye çabalayıp durdum.
Bu yolda azıcık bile mesafe alabildiysem kendimi mutlu sayarım!

B- “Çürüme” Adlı Kitabımızdan Alıntı:

“Büyük Âlim Elmalılı Hamdi Yazır’dan Alıntı:
Bu arada meal ve tefsir yazarı, değerli âlim, Elmalılı Hamdi Yazır ve tefsirinde açıkladığı bir konu geliyor aklıma:
Biliyorsunuz Elmalı’nın Tefsiri, Atatürk’ün emri ve isteği üzerine alınmış kaleme. Hem de 1930’lardan önce… Bahse konu tefsir; ülkemizin en güvenilir tefsirlerden sayılır…
Kendisi (Allah gani gani rahmet eylesin!) gerçekten âlim ve özellikle de dilimizi kullanma konusuna, çok hâkim bir insandır… Ben kendisindeki yüksek ilme elbette hayranım. Ama O’na asıl hayranlığım Türkçeye olan hâkimiyeti nedeniyledir…
Hakkında şunu da söylemeliyim ki;
Kendisi, “Hiç yurtdışına çıkmadığını, öğrendiklerinin tümünü bu ülkede öğrendiğini, dolayısıyla her şeyini bu ülkeye borçlu olduğunu” söyler…
Haddim olmayarak bu konunun içine kendimi ben de dâhil ediyorum… Çünkü ben de her şeyimi önce Allah’a, sonra bu Ülke’ye borçluyum!
Kendisinin eriştiği bu bilge konum; ülkemizin bilgi ve kültür zenginliğini açıkça ortaya koyar! Ayrıca Elmalı’nın bu görüşünün, yukarıda bahsini ettiğim milletime olan sevgimin gerekçesiyle örtüştüğünü de hatırlatmak isterim…
            Şimdi sıra, Elmalılı’dan yapacak olduğumuz asıl alıntıya geldi:
Büyük âlim Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirindeki anlatımına göre; batı ülkelerindeki bir kısım düşünür, güya bilim adımı, toplum mühendisi, (sermayenin adamları) ta 1930’lu yılları başında bakınız ne diyorlar? Özet olarak buyuruyorlar ki kendileri:
“….İnsanları kendi nefsani arzularının peşine takalım. Ona hep bir yenisini gösterip özendirelim. Onlar hep bizim gösterdiğimiz şeylere imrensinler… Ve o şeylere erip yetmeye, bunları elde etmeye çabalasınlar… Böylece durmadan çalışıp çalışıp bize vermenin yoluna girmiş olsunlar!
Durum bu hale gelince böylesi insanları hem soymak, kısaca köleleştirmek daha kolay olur. Hem bu şekilde nefsinin peşine takılmış olan insanların yönetilip yönlendirilmesi oldukça kolaylaşır. Nefsinin peşine takılan insan çıkarından başkasını düşünemez olur.  Sadece çıkarını düşünür… Çıkarını düşünür de nasıl düşünür?
Hep küçük düşünür! Yani, küçük küçük çıkarlarını düşünür:
Hâsılı küçücük şeylere bile iner…
Böylece biz de onları,  küçük çıkarların peşine takarız! Durum böyle olunca o, büyük çıkarını göremez olur.”
Büyük Âlim, bu durumu haber verdikten sonra; dönüp bize:
“Bakınız bu durum, yani bu oyun bize de sirayet ederse, insanımız için çok vahim ve acı neticeler olur. Bu konuya şimdiden hepimizin dikkatlerini çekiyorum: Uyanık olalım. İnsanımızı bu türden oyunlara getirmeyelim; getirtmeyelim!” diyor!
Diyor demesini de, ne oluyor?
Duyan kim; okuyan kim? Okusa bile anlayan kim?
Al bakalım şimdi; insanımız ne hale gelmiş, ne hale getirilmiş…
Duruma iyice bir bak! Kardeşim bir kerecik düşün hele!
“Senin “a” şeyi elde etmekle edindiğin fayda, sağlıkla alınan bir nefes kadar var mı?”
“O şeyin lezzeti, onu elde etmek için verdiğin çabaya değer mi?”
Kardeşim aklını başına al da; kır şu esareti! Senin nefsanî arzularının dışında, hatta üstünde, daha nice nice ulvi hedeflerin olmalı! 
Yukarı da değinmiştik! Ve bakın orada ne demiştik?
“Nefsinin esiri olup da sözüm ona; “tok evin aç köpekleri” gibi olma!
Köleleşme; büyü! Büyük adam ol!
Küçük adam, köle adam değil…
Köle adam, asla büyüyemez! Bunu unutma!
Her şeyden önce buna, yani büyümeye;
Çıkarına ve nefsine köle olmaktan kurtulmakla başla…”
Bu türden yazılarla sizleri bir hayli sıktıksa da müsamahalarınıza güvenerek, bu konuya birazcık daha devam edeceğiz!
Kölelikten kurtularak özgürleşmiş canlar hepimizin olsun Efendim!
                    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder