ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEĞİ-2
Buyurun; “Sabır Bozgunu” adlı kitabımdan konuya dair küçük bir alıntı daha:
Bu alıntıyla aynı zamanda hem dünkü konumuzun açıklanması, hem de Kurtuluş Savaşımızı başarıyla yürüterek Cumhuriyet’imizi kuran neslin, hasletlerine bir nebzecik olsun işaret etmek maksadıyla yapıyoruz.
Haydi; kendilerini saygı ile anılım…
“Kendini Övenin Selamı Var.”
Derler ama Biraz Kendimi Öveyim:
Müsaade edin de önce biraz olsun Fatma Ebemi (anneannem) anayım; Hani “Din Eğitim ve Öğrenimim” konusunda bahsetmiştim;
Elime bir tutam gilime (üzüm bağlarındaki kütüklerin/omcaların budanarak kesilmiş çubukları, dalları) tutuşturup da beni, “namazlık” öğrenmem için köy imamının hocalığına yollayan Fatma Ebemden:
Kendisi çileli bir hayatın yılmaz kahramanıydı.! Henüz elinin kınası çıkmadan, kendisini çok seven ilk kocası Ahmet (inşallah mekanı cennet olsun…!) :
“Fatma; “Seni çok seviyorum…! Dönebilirsem inşallah seni çok mutlu edeceğim…! Yok dönemezsem seni sıratta bekleyeceğim. Rabbimin yardımıyla cennete seninle gireceğim… İnşallah, inşallah, inşallah…! Haydi Allah’a Emanet ol...!” deyip gitmişti askere.! Hem de Çanakkale’ye…
Savaşlar bitmiş, memleket kurtulmuş,
Gazilerin kendisi, şehitlerin künyesi gelmişti…
Ancak Fatma Ebemin Ahmet’i; gidiş o gidiş, bir daha dönememişti. Ahmet gaipti!
Şehit eşlerine parasal yardım vardı, ancak bu yardım gaip eşlerine yoktu… Üstelik evlenmeleri de yedi yıl süreyle yasaktı. Öyle ya, belki gaipler geri dönebilirdi…! Gerçi evlenmek isteyen kimdi? Ama çileli hayatın mücadelesi de başa düşmüş, çekilecekti!
Neyse, günler günleri kovalamış, Delimam dedemle evlenmişti. Bu yeni evlilikten bir oğlu olmuştu. Olmuştu olmasına ama çocuk henüz kundaktayken bu kez de kocası cezaevine düşmüştü. Tam 10 yıl onu beklemek, yedi üveyin içinde elinin bebesiyle hayat çilesini çekmek zorunda kalmıştı.
Nihayet kocası dönmüş, ertesi yıl annem doğmuştu. Ama henüz, yılına bile varmadan kocası Delimam ölmüştü! Fatma Ebem bir kere daha elinin bebesiyle hayatın çilesine dönmüştü.
Ama yılmamış, yıkılmamıştı. Her iki kocasına da, evlatlarına da layık olmaya çabalayıp durmuştu hep! Çünkü O bir seferberlik hanımıydı. O, milletin kurtuluş günlerinin hanımıydı. Sabrı, kanaati, çileyi, yokluğu, buna rağmen fedakârlığı ve vermeyi bilirdi çünkü!
Bu arada gencecik oğlunu (Veysel Dayım) da kaybetmişti. Üstelik Veysel Dayım, arkasında küçücük bir kız evlat bırakmıştı. Bu evladın sorumluluğu da kendisine düşmüştü. Bunu da büyük bir onurla üstlenmişti.
Haydi bakalım! Hayatin çileli yolculuğuna devam…
Yıllar yılı asla yılmamış, yıkılmamıştı!
Göksu boylarında yetiştirdiği, elma, erik, üzüm, sebze vs. zerzevatı, yayan yapıldak gittiği ta ova köylerinde satar geçim sağlardı…
Hemen her gün, Dere’den bir katır yükü yiyecekle dönerdi! Yükünde ne varsa, yarısı yolda kendisini görenlere dağıtılmak üzere ayrılırdı.
Örneğin, kendi köyümüze gelmekteyse; Köy’ün önündeki yazının ucunda bulunan ve “İnin Önü” dediğimiz yerden çıktığında, köyün cümle çocuğu önüne koşuşur, onun yükündeki nasibinden nasiplenirdi.
O bu nasibi; gerek gidenlerin, gerekse kendisinin ahreti, yani Allah rızası için dağıtırdı.!İşte bu hanım da, yukarıda anlattığım ve Kurtuluş Savaşını yürüten ruhun, kadın örneğiydi..! Çileyi bilir, sabrı ve metaneti bilir, eli selek, tam bir “Hanım Ağaydı!”
Nitekim hayatının sonunda; “Ta ilk kocam Ahmet askere giderken başladı içim ağlamaya… Bu ağlamayı hiçbir zaman dindiremedim… Kendimi asla güldüremedim…. Halimi kimselere bildiremedim… Ne olur, bir kez de benim için ağlayıverin…!” demişti…
Fatma Ebem ağlayamasa da, ben ağlarım. Hem onun yerine de ağlarım! Ağlamaktan da çekinmem. Bunu da Kara Mehmet Dedemden öğrendim. Öyle erkekler ağlamaz lafına da hiç mi hiç inanmam!”
Devam edeceğiz…
Allah hepimize, Duygu ve duyarlık dolu, nice mutlu yıllar nasip etsin Efendim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder