21 Aralık 2010 Salı

ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEĞİ-1


ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEĞİ-1

            İzninizle bugün sizlere; siyasal anlamda olmayan ama siyasal anlamlı olanın da ana kaynağını teşkil eden  bireysel ve sosyolojik özgürlükten bahsetmek arzusundayım. Özgürlüğün gerçeğinden, gerçek hürriyetten yani!
Evvela haddimi aşan sözlerim ve girdiğim konu için herkesten özür diliyorum!
Bu yazı ile kastım kesinlikle ahkâm kesmek değildir! Dolayısıyla yazımı okurken bu hususları lütfen nazara alınız.!
Hayat bana net olarak öğretti ki:
İnsanın bireysel hürlüğünün de, buna bağlı bulunan toplumsal özgürlüğün de yolu illâ ve illâ nefsin basit çıkarcılığı ve onun köleliğinden kurtularak, kendimize daha ulvi hedefler belirlememizden geçmektedir!
“Ulvi hedef” lafı, arif (sezgin, sezici, anlayış ve kavrayışı güçlü) olan sizleri yanıltmaz elbet!
“Ulvi hedeften” maksat;
Kocaman, kocaman şeyler, “Vatan… Millet… Sakarya…!” falan değildir. Bizzat o kişinin “elinin erdiği, gücün yettiğidir”. Gerektiği zaman gerekenin yapılmasıdır. O kişi ya da kişilerin, insan olmanın bilinciyle hareketinde mevcut olandır ulvi değer!
Örneğin: Bir dertlinin, ufacık bir derdine verilen dermandır “ulvi hedef”.
Ne için yaşadığının bilinciyle hareket etmeyi bilmektir “ulvi hedef”.

Ulvi hedeflere yürüyerek özgürleşmenin temel yolu ise:
Yukarıda verdiğimiz nefsin basit çıkarcılığından kurtularak, adına ne derseniz deyin; mevcudatın yaratıcısı ve sahibine, daha doğrusu tabiatsal yasaların koyucusuna, yani kaderlendiricisine ve kaderlemesini yapmış bulunduğu hususlara, daha doğru bir ifade ile o doğal yasalara ve bunlardan elde edilen bilimsel verilere bağlı olmak, onlarla uyumlu bir hayat sürmektir.
Nitekim Atatürk’ümüzün de buyurdukları gibi; “Hayatta en gerçek yol gösterici, bilim, yani bilimsel bilgi…” değil midir?

Anılan bu durumun bir başka yönü;sonucu da:
İçinde bulunulan duruma katlanmak değil ama onunla barışmaktır! Olumsuz şartları ise, metanetle yenmeye çalışmaktır!
Bunları, ama kısaca; nefsin basit çıkarlarının köleliğinden kurtulmayı başaran insan ve toplumlar gerçekten özgür insan ve özgür toplumlardır.
Onlar için artık asla korku olmaz! Hiçbir şeyin korkusu… Bizzat kendi canlarının dahi korkusu…
İşte onlar, gerçekten hürdürler!
Ve asla satın alınamazlar…
Hiçbir şey ile…
Ve asla “kemik istemezler ve yemezler de!”
“Atıntı” yemeye tenezzül buyurmazlar; buyuramazlar yani!
Ve kimse de yedirtemez Onlara…
Ve de eğilmezler kimselere!
Kimseyi de “eğmeye” kalkmazlar ayrıca!
“Atıntı” da atmazlar kimseye!
Atanı da sevmezler…
Bilirler ki; “atıntı atıcı” da, “atıntı toplayıcı” da aynı madalyonun eşdeğer iki yüzü, aynı yolun yolcusu, aynı çöplüğün harabesidirler!
Bahse konu eğmemek ve eğilmemekler için onların, büyük mevkii ve makamları, büyük, büyük hanları, hamamları falan olması, ya da onların tabiriyle “fakir fukara, garip guraba” takımından bulunmaları da gerekmez ayrıca!
Cümle varlık âleminin sahibine kul olmalarının bilinci yeter de artar onlara!

O insanlar, başına gelen olumlu olumsuz her şeyi kendileri için nimet ve sınav bilirler... Asla isyan ve nankörlük etmezler. Hayatlarında, gelip geçici, saçma sapan, ancak bir kısım insanlarca, “kötü, fena” olarak değerlendirilen şeyler nedeniyle kesinlikle üzülmezler.
İnsanlarca olumlu sayılan şeyler, ellerine geçen olanaklar, varlık ya da mevki ve makamlar nedeniyle de sevinmezler kesinlikle!
Asıl önemlisi; kesin kes böbürlenmezler!

İşte siyasal özgürlüğü de; ancak böylesi insanlar, ve içlerinde böylesi insanların galebe çalarak (baskın çıkarak, yetkiyi eline alan) yön verdiği toplumlar başarabilirler!
Bundan gerisi, hikâyedir!
Yazımızın buradan sonraki bölümlerinde; konumuzun daha iyi açığa çıkması ve aydınlanıp, anlaşılması bakımlarından, kitaplarımdan konuyla ilgili bir kısım alıntılar yapacağım. Lütfen hoşgörün beni!
Ve öncelikle, buyurun size;
“Sabır Bozgunu” adlı kitabımdan konuya dair küçük bir alıntı:

“Çıkarının Üstüne Basmak ve Ağalaşmak:
Bence önemli olan şey, kişinin kendi çıkarının üstüne basıp basamadığı konusudur! Ve kişi bu çıkarının üstüne basabilme konusunda başarı kazanmalıdır. Bu yüzden bir insanın ilk yapacağı iş; kendi çıkarının esiri olmaktan kurtulmak olmalıdır!
Çünkü çıkarının esiri olan bir insan; hangi mevkii veya makamı işgal ederse etsin yahut nice gücü ve serveti olursa olsun, asla ve asla kölelikten kurtulamaz! O kişide illa ki, kişilik zaafı bulunur! Ne yaparsa yapsın, kendisini nasıl pazarlarsa pazarlasın, o hep küçük olmakta devam eder. Ve her zaman, ancak ve ancak; çıkarının kulu ve kölesi kalır! Nihayetinde illa ki, yenik düşen de o olur! Çünkü sözüm ona; “Tok evin, aç köpekliğinin” yolu buradan geçer!Yukarıda da söylemiştim; “Bana dizi dirseği yırtık adamda bir tevazuu izi, lüks ve model arabalarda gezenlerde de Kaf Dağlarını yaratan adam izi görünüyor.” diye...!
Tabii ki, her türlü gücü ve serveti elinde bulundurup da bunları insanlık yararına kullanan yüce gönüllü insanları tenzih ediyorum. Ayrıca İslam’ın da, “bir lokma bir hırka” diye, süklüm püklüm olmuş insanları istemediği gibi, bu “bir lokma bir hırka” lafını kendine kalkan edinen çıkarcı insanları da istemediğini, tam aksine her yönüyle zengin fakat nefsine köle olmayan yüce gönüllü ve erdemli insanlar istediğini biliyorum!
Yukarıda bahsini ettiğim izlerden birincisini hep sevmişimdir! İkincisi ise bende hep bir iticilik uyandırmıştır!
Sözün burasında, önce Atatürk ve savaş arkadaşlarıyla, Kurtuluş Savaşımızı yürüten nesle Allah’tan gani gani rahmetler diliyorum.
Allah Onların taksiratlarını affetsin; bizleri de yanlarına yoldaş ve arkadaş etsin!
Çünkü onların hayranıyım ben! Onlardaki ruhun hayranıyım! Ki neden hayranıyım?
Orta Toros yaylalarında, Bozkır’a bağlı, dağlık taşlık, “Yilbeği” (Yelbeyi) derler, zor ve çetin ekonomik koşulları yaşayan, köylerimizden birinin evladı, çok sevdiğim bu ülkenin sıradan bir vatandaşıyım! .........”
Devam edeceğiz; Allah hepimize nice nice “Ağalıklar” nasip etsin Efendim!  
                                                

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder