21 Aralık 2010 Salı

BİR HÂKİMİN ANILARI:


         BİR HÂKİMİN ANILARI:

            Tüm Hâkim, Savcı, Avukat ve yargı mensuplarını tenzih ederek bu gün sizlere; Ülke’min ücra yerlerinin birinde Avukatlık yapan meslektaşlarımdan birisinin naklettiği ve “ÖZGÜRLÜĞÜN GERÇEĞİ” adlı yazı serimizle de alakalı bulunan “Bir Hâkim’in Anılarından” bahsedeceğim kısaca!
Ancak sadece vakıayı koyacağım ortaya. Ve mümkün olduğunca yorumdan kaçınacağım! Kişi adlarını da vermeyeceğim, zaman ve mekân adlarını da…
            Yazdıklarımız yetecek bize. Yetecek çünkü kişilerin kimliği önemli değildir bu tür olaylarda. Hepimiz gayet iyi biliriz ki;
“Balık baştan kokarsa olmaz!
Kokmamalıdır…
Velev ki koktu; ne olur?
Her şey koksa bile; tuz kokmamalıdır!”
Biliniz ki her şeyin tuzu adalettir!
Öyleyse; Adliye Mensupları, daha doğrusu, hukukla uğraşanlar, asla kokmamalıdırlar!
Buna hakları olmasa gerektir!
Bunun zerresini kaldırmaz bu erk çünkü…
Bu anlamda münferit hadise ve kişilerin olumsuzlukları da önemlidir ama mekanizma kesinlikle kokmamalıdır!
Nitekim de bu ülkede, asla kokmayan, kokuşmayan kokuşmayacak yapıda, gerçek yargıçlar, savcılar, avukatlar, adliye çalışanları vs. alanlardaki adam gibi adamlar pek çoktur. Nitekim ilçemizde de…

            ******************

Ne var ki münferit olaylar dahi önemlidir. Öyleyse bunca hamasi laftan sonra; gelelim bizim “Hâkim Bey’in” anılarına:
Dediğim gibi olayı küçüksemeyin sakın! Önemlidir…!
Nitekim çektiğimiz çilenin birçoğu bu ve benzeri nedenlerledir!

Arkadaşımın anlatımına göre;
Günlerden bir gün, yanında tanımadığı bir adamla çıkagelir, köylerinin Muhtarı. Bir sorunu var yanındaki arkadaşının. Küçük bir trafik kazası vardır ortada. Adam davalı ve sanıktır... Anlatırlar…
Muhtarın yanında gelen arkadaş, asgari ücretlidir; davaları için vekili de yoktur. Bir müddet kendisi götürmüşmüş davalarını. O, işi avukat arkadaşıma illa da vermek istemektedir. Fakat bizim arkadaş pek almak taraftarı olmaz davayı.
“Gerek yok. Çetrefil bir iş olmadığı gibi, yargılaması da karmaşık değil! Netice pek değişmez; kendin halledersin. Yine de takıldığın yerler olursa, gelip bana sorarsın!” falan der. Ama o da ne?
Karşı tarafın avukatından pek bir korkutmuşlardır muhtarın arkadaşının gözünü!
“Yandın sen…! Uçanla kaçan bile kurtulmaz O’nun elinden. “Seni soyar, soğana çevirir” vallahi…!” demişlermiş!
“Ben de tanıyorum yıllardır o avukatı. İlçemizin saygın avukatlarındandır. Yapmaz öyle şey! İşini iyi bilir lakin dürüst adamdır. Korkma!”  dese de fayda vermez.
İllâ da vermek isterler davayı.
Neyse uzatmayalım; Bizimki almış hatıra binaen almış işi. Almış ama çok da ciddiye almamış nedense ?!
Girmişler duruşmalara…
Aaaa, Hâkim Bey Sahnede…
Dosyayı üstünkörü incelemede…
            Tuttuğu zabıtlar gerçeğe aykırı…
            Allah, Allah…! Bu ne iş…?
Son derece laubali bir yargılama….
Tanıklar görmezden geliniyor ve dinlenilmiyor!
Bırakın sözlü beyanları, yazılı olanları bile yok sayıyor…!
Üstelik bir hafta on gün arayla duruşma yapıyor…
Derdi; bir an önce bitirmek davayı nedense?
Bitirmek de, nasıl bitirmek?!
Neyse; bitirir son gün, son saatten de sonra.
Müvekkiline de ekstradan bir tazminat patlattır ki sormayın…
Arkadaşımın bir de yüzüne bakar ki; “Al sana… Al işte anlayın…!”
Kararı kesinleşse, yaktı adamı…!
Gerçi temyizi, şuyu, buyu var!
Var ama, buna ne gerek var?
İlla her şey temyize gidecekse, yerel Hâkim’e ne gerek var?

Arkadaşın müvekkili tutar şikâyet eder Hâkim’i.
Şikâyetleri arasına, haftada bir duruşma yapmış olmasını da ekler.
Eh! Eder, eder şikâyeti.
Bundan avukata ne?
Hâkim Bey keser arkadaştan selamı sabahı.
Zaten O’na da pek lazım değil ya…!
Neyse…
Bir başka müvekkilinin dosyası da gelip dayanır aynı Hâkim’e…
Bu kez müştekidirler, ya da davacı… İşte her neyse…
Eh olacak; tabii ki görevi.
Varırlar… Duruşma biter; şöyle böyle…
Bir gün verir ki Hâkim; bir bakın hele!
Tam altı ay öteye…!
“Sen misin yakınan, kısa veriyorsun duruşma gün aralığını diye?”

Arkadaş diyor ki;
“Özür dilerim Hâkim Bey!
Vallahi ben şikâyet etmedim sizi…
Bu yeni davadaki müvekkilim ise; hiç mi hiç etmedi…!
Haberi dahi yok garibimin!
Sordu da; inan ki seslenemedim!
Ve o davaların asili de ben değilim; asli tarafı da...
Ve, velev ki de ben olayım…!
Bundan ne çıkar.
Uydu mu şimdi bütün bunlar…?!
Düştü mü aşağıya bu işler bu kadar…!?
Hem söyle bana; bu yaptığından ne çıkar?”

Vallahi takdir sizlerindir! Ve bizden de bu kadar!
Daha güzel anılar, yolumuzda olsun Efendim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder